28 Nisan 2024 - Pazar

Şu anda buradasınız: / BİDEN ORTA DOĞU’DA UMDUĞUNU BULAMADI
BİDEN ORTA DOĞU’DA  UMDUĞUNU BULAMADI

BİDEN ORTA DOĞU’DA UMDUĞUNU BULAMADI Ahmet VAROL

ABD Başkanı Joe Biden, 13-16 Temmuz tarihlerinde epey gündem oluşturan bir Orta Doğu ziyareti gerçekleştirdi. Bu ziyaretinde birinci durağı İsrail işgal rejimiydi. Burada işgal hükümetinin erken seçim kararı almasının ardından başbakanlık koltuğuna oturan Yair Lapid’le bir görüşme yaptı. Onunla aynı zamanda Stratejik Ortaklık Deklarasyonu olarak da isimlendirilen ve “Kudüs Bildirisi” diye lanse edilen bir ortak bildiriye imza attı. Ardından 15 Temmuz’da Filistin Başkanı Mahmud Abbas’la bir araya geldi. Sonra yeniden Filistin’in 1948’de işgal edilmiş kısmına geçerek oradan Suudi Arabistan’ın Cidde şehrine geçti. Cidde’de Suudi Arabistan liderlerinin yanı sıra, Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkelerin liderlerine ek olarak Irak, Ürdün ve Mısır liderlerinin de hazır bulunduğu Cidde Güvenlik ve Kalkınma Zirvesi’ne katıldı. Bu zirveye iştirak etmek suretiyle Orta Doğu olarak isimlendirilen bölgedeki dokuz önemli Arap ülkesinin liderleriyle birden görüşme fırsatı elde etmiş oldu. 
Biden’ın bu ziyareti ABD Başkanlığı koltuğuna oturmasından sonra bölgeye gerçekleştirdiği ilk ziyaret niteliği taşıyordu. Hem dünya genelinde büyük çapta bir ekonomik krizin yaşanması ve bunun salgın sürecinde ve sonrasında petrol piyasasında yaşanan dalgalanmalarla yakından irtibatlı olması, hem de bölgede yaşanan bazı önemli gelişmelerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi sebebiyle bayağı gündem oluşturdu. Bunda tabii ziyaretin çok önceden siyasi tahlillerin konusu olması ve üzerinde dikkat çekici değerlendirmeler yapılmasının da önemli payı olduğu söylenebilir. 
Ziyaretin siyasi çerçevede üç önemli yönünün olduğunu belirtmek gerekir. Birincisi uluslararası platformdaki gelişmelerle, ikincisi ABD’nin bölgeyle ilgili çıkar ve hesaplarıyla, üçüncüsü ise bölge ülkelerinin kendi içlerindeki siyasi tavırlarının dizayn edilmesiyle ilgiliydi. 
Ziyaretin birinci yönüyle ilgili pakette küresel ekonomide yaşanan krizin sebeplerinden biri durumundaki petrol fiyatlarının aşağı çekilmesi için petrol arzının artırılması talebinin yer aldığı söyleniyordu. Bu konuda şunu söyleyebiliriz: Küresel ekonomik kriz doğal olarak ABD ekonomisini de yakından ilgilendiriyor. Bu yüzden ABD’de enflasyon oranının son 41 yılın zirvesine çıktığı haberlerde dile getirilmişti. Bunun sebebi tabii ki uluslararası piyasalarda  yaşanan daralmanın ABD ekonomisini doğrudan etkilemesi ve insanların satın alma güçlerinin azalmasıyla bağlantılı olarak tüm dünyaya ürün arzında bulunan bu ülkede piyasanın daralmasına yol açmasıdır. Yoksa ABD yönetiminin sadece insani bakışla ve tüm insanlığın rahatlatılması için çaba sarf etme duygusuyla böyle bir girişimde bulunacağını düşünebilecek kadar iyimser değiliz. Çünkü ABD’nin insana hiç değer vermeyen sömürgeci politikalarındaki ısrarlılığı bizim bu konuda iyimser olmamıza ciddi engel teşkil etmektedir. 
ABD’nin bölgeyle ilgili çıkar ve hesaplarının, bu ülkenin mevcut konumu açısından bugün geçmiştekinden daha fazla önem kazandığını söyleyebiliriz. Çünkü Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra ABD’nin geliştirdiği “tek kutuplu dünya” teorisinin tutmaması üzerine bölgesel güçler teorisi öne çıkmaya başlamıştı. Bu teori ABD’nin küresel çaptaki egemenliğini nispeten zayıflattı. Bu zaaf daha çok siyasi yaptırım konusunda etkisini gösterdi. Zayıf ülkelerin sırtlarını dayamak için ABD dışında da alternatifler bulabilmeleri ve bundan onun dayatmalarına karşı tavır almada yararlanabilmeleri ABD’nin siyasi yaptırım yöntemlerinin eski etkisini gösterememesi sonucunu doğurdu. Bu konudaki tespitlere dayanılarak son dönemde Rusya’yı Ukrayna savaşının içine çekenin ABD’nin stratejik oyunları olduğu yönündeki komplo teorilerinin de geliştirildiğini söylemek mümkündür. Bu doğrultudaki yorumlarda Ukrayna savaşının Rusya’nın Orta Doğu’daki etki gücünü zayıflatmada ABD’nin işine yaradığı, dolayısıyla şimdi ABD’nin bölgede ortaya çıkan yeni dengelerden kendisinin etki gücünü artırmak için yararlanmaya çalıştığı düşünülüyor. Ancak bölgede, gerçekte bu bölgenin bir parçası olmayan, bölgenin ruhuna aykırı yama niteliğindeki İsrail işgal rejimine güvendiği için stratejik hesaplarını uygulamaya geçirmede onu merkeze oturtmayı önemsiyor. 
Ziyaretin üçüncü yönünü oluşturan bölge ülkelerinin stratejik ve siyasi konumlarına yeniden şekil verme, buna göre bölgeyi coğrafi açıdan olmasa bile siyasi açıdan yeniden dizayn etme planının merkezinde de İsrail işgal rejimi var. Zaten ziyaretin en önemli ve öncelikli amacı da bu konudaki hesapların ve planların hayata geçirilmesi için neler yapılabileceğini hem İsrail işgal rejiminin, hem de onunla diplomatik ilişkileri başlatmayı kabul etmiş veya buna sıcak bakan ülkelerin liderleriyle görüşmekti. 
İsrail olarak isimlendirilen Siyonist işgal devletinin en önemli sorunu, meşruiyet sorunudur. Çünkü onun Filistin toprakları üzerindeki varlığı gayri meşru bir işgaldir. Eski Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın Siyonist işgalciyle Camp David Anlaşması’nı imzalaması, Filistin toprakları üzerindeki gayri meşru işgale meşruiyet kazandırılması sürecinin başlatılması açısından önemli bir kapı açmıştır. O zaman bu anlaşmaya imza atmasından dolayı Mısır’ı boykot eden Arap ülkeleri sonraki dönemlerde Siyonist işgali bölgenin bir emrivakisi olarak kabul etmek gerektiği yönündeki telkinleri içselleştirmeye başladılar. 
Fakat Arap dünyasındaki Siyonist işgali meşrulaştırma yönünde en önemli atak bundan önceki ABD Başkanı Donald Trump’ın 21 Mayıs 2017 tarihinde düzenlenen ve Amerikan-Arap İslam Zirvesi olarak isimlendirilen uluslararası toplantıda, bölgedeki Arap ülkelerine İsrail ile ilişkilerini artık perdenin önüne taşımaları gerektiğini hatırlatması ile başladı. Trump’ın bu talimatından sonra “normalleşme” olarak isimlendirilen bir süreç başlatıldı ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas arka arkaya İsrail ile doğrudan diplomatik ilişkileri ve değişik alanlarda işbirliğini başlatan anlaşmalar imzaladı. Mısır ve Ürdün de bu süreçten önce ilişkileri başlatmış olduklarından toplamda İsrail işgal rejimini resmen tanıyan ve onunla doğrudan ilişki içine giren Arap ülkesi sayısı altıya çıkmış oldu. Umman da buna olumlu yaklaştığını ortaya koyan açıklamalarla sürece yakın durduğunu belli etti. Suudi Arabistan ise sürece karşı çıkmamakla, bilakis ilişki içine giren ülkelerin tavırlarını desteklemekle birlikte kendisinin Filistin tarafının da onaylayacağı kalıcı bir çözüm bulununcaya kadar diplomatik ilişkileri başlatmayacağı yönünde açıklamalarda bulundu. 
Normalleşme süreci işgal rejiminin bölgeye adapte edilmesi, bölgenin reel bir parçası yani bir emrivaki olarak kabul ettirilmesi ve bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini artırması açısından önemli kazanımlar elde etmesine imkan sağladı. Fakat küresel alanda yaşanan krizin tüm dünya ekonomisi çerçevesinde İsrail ekonomisine de yansımasının sebep olduğu olumsuz sonuçlar ve Siyonistlerin siyasi arenasında ortaya çıkan kirlenmenin sebep olduğu kırılma da içten zayıflamasına neden oldu. Buna karşılık Filistin tarafında, işgalciyle anlaşmaya olumlu yaklaşan kesimlere kitlesel destek azalırken işgale karşı fiili direnişin sürdürülmesinden yana kesimlere desteğin artması direniş yanlısı hareketlerin bileğinin güçlenmesine imkan sağladı. Bunda, ABD ve İsrail baskıları karşısında Orta Doğu’nun merkez noktasındaki stratejik etkisini artırmak için Filistin’deki direnişe destek vermeyi önceleyen İran’ın bu desteğinin ve yardımlarının da önemli payı olduğunu dile getirmemiz gerekir. 
Geçen yılın Mayıs ayında direnişin gücünü kırmak için bir kez daha geniş çaplı askeri operasyon yöntemini deneyen işgal rejiminin, direnişin güçlü savunması karşısında yenilgiyi kabul etmek zorunda kalması işgal yönetimi tarafında endişe ve korkunun biraz daha artmasına neden oldu. Bu aynı zamanda Siyonistlerin siyaset meydanında iktidara yönelik eleştiri ve tepkilerin artmasına da sebep olmak suretiyle onların kendi içlerindeki kırılmanın daha belirgin bir hal almasına yol açtı. Söz konusu saldırıda Gazze’deki silahlı mücadeleye Batı Yaka’da, Kudüs’te ve 1948’de işgal edilmiş bölgelerde yaşayan Filistinlilerin kitlesel eylemlerle ve gösterilerle destek vermesi Filistin halkında direniş konusunda bir ittifak ve ortak tavır olduğunu ortaya koyması açısından anlamlıydı. Ardından bu bölgelerde işgal hedeflerine yönelik münferit eylemlerin sayısında artış olması da işgal hükümetini telaşlandırdı. 
Bütün bu gelişmelerin ardından kendi geleceği ve güvenliği konusundaki endişelerini daha sık gündeme getirmeye başlayan Siyonist işgali rahatlatmak için harekete geçen ABD’nin en önemli gayelerinden biri İsrail’in güvenliğini sağlama alacak ve bir istikrara kavuşmasında aktif rol oynayacak bölgesel askeri ittifak oluşturmaktı. Biden’ın ziyaretinin en önemli amaçlarından biri de böyle bir ittifakın gerekliliğine bölgedeki Arap ülkelerinin liderlerini ikna etmekti. Onun, ziyaret öncesinde ve esnasında sık sık İsrail’in güvenliğine vurgu yapması da bu yüzdendi. Böyle bir ittifaka haklı gerekçe oluşturmak için “İran tehdidi”ni öne çıkarmasının amacı da buydu. Biden, bu tehdidin sadece Siyonist işgali değil bölgedeki Arap ülkelerini de ilgilendirdiğini ve bu tehdide karşı İsrail’i içine alan bir askeri ittifak oluşturulmasının önem taşıdığını bu ülkelerin liderlerine kabul ettirme çabası içindeydi. Böyle bir askeri ittifakın Orta Doğu Natosu olarak da nitelendirilebileceği yapılan yorumlarda dile getiriliyordu.
Ancak Suudi Arabistan ziyareti sonrasında bu ülkenin Dış İşleri Bakanı’nın böyle bir askeri ittifakın söz konusu olmadığını açıklaması Biden’ın beklediğini elde edemediğini ortaya koydu. Öncesinde Cemal Kaşıkçı cinayetini gündeme getirmekten özenle kaçınan Biden’ın Suudi Arabistan’da Muhammed bin Selman’ın bu cinayette suçlu olduğunu düşündüğünü ifade etmesi de muhtemelen Suudi Arabistan’ın kendisinin istediği çizgiye gelmemesine tepkisinden kaynaklanıyordu. Ancak Suudi Arabistan’ın da ABD’nin kirli çamaşırlarını ortaya dökerek tepkisini dile getirmesi artık ABD emperyalizminin bölge üzerinde eski baskı gücünü koruyamadığını göstermesi açısından dikkat çekiciydi. 
Bu arada petrol arzının artırılması yönündeki teklifin de karşılık bulmaması Biden’in aslında Orta Doğu ziyaretinden beklediğini elde edemediğini gösterdi. Ancak Suudi Arabistan, ABD ile yeni anlaşmalar imzalamak ve hava sahasını Siyonist işgal rejiminin uçaklarına açmak suretiyle onu tümüyle de eli boş geri çevirmediğini ortaya koydu.

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul